Didim
Yüzölçümü 11.000 hektar olan Didim'de arazi, Akdeniz'e özgü maki bitki örtüsüyle kaplıdır. 2900 hektar yerleşim alanı, 60 km kıyısı ve 13 km plajı bulunan Didim'de, irili ufaklı birçok koy bulunmaktadır.Kendiside büyük bir koy olan Didim'in plajları çoğunlukla açık denize bakmadığından, berrak ve durgun bir denize sahiptir. Denizi ve kumsalı ile ender bir güzelliğe sahiptir.
Didim, deniz ve kumsaldan ayrı olarak, zengin bir de tarihe sahiptir. Didim'in içinde Apollon Tapınağı, 25 km mesafede Miletos ve 50 km mesafede Priene bulunmaktadır. Didim - Bodrum karayolu üzerinde bulunan Bafa Gölü ise yine 50 km mesafededir. Bafa Gölü'ndeki mağaralarda 10.000 yıllık mağara resimleri bulunmaktadır. Ayrıca Herakleia antik şehride buradadır.
Bunların haricinde, Efes, Selçuk, Kuşadası ve Bodrum gibi daha bir çok tarihi ve turistik yer Didim yakınlarındadır.
Ayrıca Didim, iklimi ve havasıyla da çok güzeldir. Nem oranı düşük olan Didim'in havasının astım hastaları için ideal olduğu bilinmektedir.
Bunların dışında hareketli gece hayatı ya da balık avcılığı gibi aktivite imkanlarıda bulunmaktadır.
Akbük
Didim'e 20 km uzaklıkta bulunan Akbük, yeşili bol doğası ve güzel sahilleri ile tam bir turizm cennetidir. Akbük, Didim'e göre daha küçük ve sakindir. Sakinlik arayanlar için ideal bir dinlenme yeridir.
Apollon Tapınağı
Miletos’un ötesinde İonia’nın güney ucunda, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak niteleyebileceğimiz Didyma Apollon Tapınağı yükselir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda koruna gelmesi de hayranlık uyandırır. Yüz yılı aşkın bir zaman önce Sir Charles Newton şöyle yazmıştır: “İki dev sütun ile üzerlerindeki arkhitrav parçası ve tamamlanmamış üçüncü bir sütun, Apollon Tapınağı’ndan tek ayakta kalanlar. Anıtsal kalıntılar düştükleri yerde, parçalanmış buzullar gibi üst üste yığılmış duruyorlar”. Fransız ve Alman arkeologlar sayesinde, yapı bugün çevresindeki sütun dizisi dışında tümüyle ayaktadır. Yunan dünyasında, Didyma Apollon Tapınağı, dev boyutlu mimarlık yapıtlarının salt Romalıların tekelinde olmadığını anımsatır.
Bu bakımdan Klaros’a benzer, Gryneion’dan ise ayrılır. Tapınak ve onun yönetimindeki bilicilik, Miletos toprakları içindedir ve rahibi de kentin önde gelen resmi görevlileri arasında yer almıştır. Didyma adı Yunanca’dan değil, Anadolu dillerinden kaynaklanır; tıpkı Karia’daki Idyma, Lykia’ daki Sidyma gibi. Sözcüğün bir rastlantıyla, Yunanca’da “ikizler” anlamına gelen Didymi sözcüğüne benzemesi, Apollon ve ikiz kız kardeşi Artemis ile ilintili olduğu sanısını uyandırmıştır. Bu yüzden, antik yazarlardan kimisi Didymi formunu benimsemiştir. Gerçi Didyma’da Artemis’in de bir tapınağı ve kültü vardır, ama Apollon’unki ile karşılaştırıldığında pek önem taşımaz.
Pausanias, biliciliğin İon göçmenlerin buraya ayak basmasından önce de var olduğunu söyler. Binicilik gerçekten çok eskilere dayanır. Ören yerinde ele geçen en eski yazıtlar İ.Ö. 600 dolaylarına tarihlenmektedir ve bunlardan biri biliciliğin verdiği bir öğüte ait bir parçadır. Anlaşıldığına göre danışmaya gelenler genç kuşağın korsanlıkla uğraşmasının doğru olup olmayacağını sormuşlar, tanrı da “Doğru olan babalarınızın yaptığını yapmanızdır” yanıtını vermiştir. Bu erken dönemde kült, Brankhidai (Brankhidler) adı verilen ve Delphoi kökenli olduklarını ileri süren soylu bir ailenin yönetimi altında idi. Brankhidai adı, Didyma için sıklıkla ikinci bir ad gibi kullanılmıştır.
Kroisos İ.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers ülkesine saldırmayı kafasına koyunca, ilk iş olarak bir bilicilik merkezinin öğüdüne başvurmayı düşündü, ama öğüdün güvenirliğini belirlemek amacıyla önce bir deneme yapacaktı. Böylece, en ünlü bilicilik merkezlerine , bu arada Didyma’ya da elçiler gönderdi. Elçiler başvurdukları bilicilerden, o anda kralın ne yaptığını söylemelerini istediler. Gerçekte kral o sırada bronz bir kazanın içinde bir kaplumbağa ile bir kuzuyu kaynatmaktaydı.Doğru yanıtı Delphoi Apollon’u verdi, başka bir bilicilik merkezi de gerçeğe yaklaştı; ama Didyma , başarı gösteremedi. Yine de Kroisos, Brankhidlere her zaman dostça davrandı; tanrıya görkemli adaklar sundu. Bunlar Delphoi Kutsal Alanına sunduklarının bir eşiydi. Herodotos’un anlattıklarına bakılırsa , kralın sunduğu adak eşyaları 12 talent saf altın ve 226 talent “beyaz altın” (elektron), günümüz ölçüleriyle toplam 2 metreküp değerli maden; altın ve gümüşten yapılmış iki dev çanak; yine büyük boyutta dört gümüş testi; altın ve gümüşten iki kalp; kraliçeye ait gerdanlık ve kemerler, ayrıca saray aşçısını betimlediği söylenen, doğal boyutta bir altın heykel içermekteydi.
Tapınağın bu dönemdeki görünümü konusunda bilgimiz yok denecek kadar azdır. Ziyaretçilerin kuzeybatıdaki küçük Panormos Limanı’nda karaya çıktıkları ve tapınağa bir kutsal yol ile ulaştıkları bilinmektedir. Kutsal yolun iki yanında heykeller sıralanmıştır. İ.Ö.6. yüzyıla tarihlenen bu heykellerden birçoğu 1858 yılında Newton tarafından British Museum’a gönderilmelerine değin, orijinal yerlerinde kalmışlardır. Çoğu Arkaik Döneme özgü, dik bir biçimde oturan figürleri betimler. Bazıları yazıtlıdır. Kutsal yol heykelleri arasında bir aslan bir sfenks heykeli de vardır. Antik heykellerin başta Lord Elgin, Charles Fellows ve Sir Charles Newton tarafından – kuşkusuz Osmanlı hükümetinin izni ile- bulundukları Yunanistan ve Türkiye topraklarından Avrupa müzelerine taşınması çok eleştirilmiştir. Oysa zamanında eleştiri yapmak akla gelmemiş, üstelik iki yönden haklı görülmüştür: Anıtların zarar yada ziyandan korunması ve bilim adamları ile aydınların ilgisine sunulması. “Elgin Mermerleri” adıyla bilinen yapıtlar İngiltere’de büyük heyecan uyandırmış, sanatsal beğenide bir devrim yaratmıştır. Bugün Parthenon’u ziyaret eden bir kimse, onların yerlerinde kalmış olmalarını dileyebilir; ama 1800’lü yıllarda Atina’ya pek ender, İonia ve Lykia’ya ise daha da ender gidildiğini unutmamak gerekir. Eğer Fellows, Ksanthos heykel ve kabartmalarını Londra’ya getirmeseydi, kaç kişi onları görebilecekti? Bu anıtlar yerlerinde bırakılsaydı, yitip gitmeleri ya da zarar görmeleri kaçınılmazdı. Mahaffy, bir Yunanlının elindeki tüfek ile Atina Akropolisi’nden, aşağıdaki Dionysos Tiyatrosu’nun heykellerine ateş ettiğine tanık olmuştur. Newton ise kendisinden elli yıl önce Sir William Gell’in Didyma kutsal yolunda gördüğü, oturan bir figürü canlandıran heykelin artık yerinde durmadığını yazar. Bir yapıtın iki bin yıl varlığını sürdürmesi, bir yüz yıl daha sürdüreceğine garanti değildir. Şimdi Türkiye ve Yunanistan’a sıklıkla gidebilmesi ve bu ülkelerin eski eserlere değer veren, sorumluluk sahibi hükümetlerce yönetilmesi, Avrupa müzelrine taşınan yapıtların iade edilip edilmemesi gerektiği konusunda tartışmalara yol açmaktadır. Tartışmalar sürerken en azından geçici bir önlem olarak, söz konusu yerlere eserlerin birer kopyası konulabilir. Nitekim bu, bazı yerlerde yapılmıştır.
Didyma tarihinin erken evresi, tapınağın Persler tarafından yıkılmasıyla sona erdi. Herodotos; İ.Ö. 494 yılında İonia Ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanıp, Miletos düşünce, Dareios’un hem tapınak, hem de bilicilik yerini yağmalayarak yaktığını anlatır. Oysa Strabon ile Pausanias aynı eylemi Kserkses’in İ.Ö. 479’da Plataia’daki yenilgisinden sonra , Yunanistan’dan dönerken gerçekleştirdiğini yazarlar. Bu olayda Brankhidler tanrılarına sadakatsizlikten suçluydular; tanrıya sunulmuş hazineleri hiç duraksamadan Pers kralına teslim etmiş ve ihanetlerini izleyecek olaylardan kurtulmak amacıyla, onun peşinde Pers ülkesine kaçmışlardı. Orada kral eliyle Sogdiana yakınlarına yerleştirildiler. Yüz elli yıl sonra İskender buraya dek geldi. Ordusundaki Miletoslulara ne yapması gerektiğini sorduktan sonra, yerleşmeyi yerle bir etti. “Böylece” diye sözlerini bağlar tarihçi, “babaların işlediği suçun cezasını oğullar ödemişlerdir”. Daha sonra Suriye Kralı I. Seleukos, Pers başkenti Ekbatana’da Kserkses’in çaldığı bronz Apollon heykelini bulmuş, Didyma’ya geri vermiştir.
Pers yıkımının ardından,bilicilik merkezinin toparlanması uzun sürdü. 5. yüzyılın geri kalan bölümünde ve 4. yüzyılda hiç sesi çıkmadı. Ama İskender’in gelişi ile yıllardır kurumuş bulunan Didyma’daki kutsal pınar, bilicilik pınarı, yeniden kaynadı. Hayata dönen bilicilik kurumu İskender’in tanrı Zeus’un öz oğlu olduğunu ve Gaugamela’da zafer kazanacağını muştuladı. Yine de Didyma asıl canlanmasını Seleukos’a borçludur. Seleukos İ.Ö. 300 dolaylarında eski tapınağın bulunduğu yerde, bugün kalıntılarını gördüğümüz dev yapının inşaatını başlattı. Yeni kutsal alan kısa zamanda büyük bir zenginliğe kavuştu. Ama İ.Ö. 278 yılında istilacı Galatların saldırılarından çok zarar gördü. Didyma’da kazılar sonucu ortaya çıkarılan yazıtlardan biri İ.Ö.277 yılına ait bir tapınak envanteridir. Yazıt “savaştan arta kalanlar” ın, Apollon hazinesindeki bezemeli bir tas ve gümüş süslemeli bir öküz boynuzu ile Artemis hazinesindeki kaidelerinden biri kopuk bir buhurdan, iki küçük buhurdan ve üç kemerden öteye gitmediğini belgelemektedir; geriye başka hiçbir şey kalmamıştır. Henüz tamamlanmamış olan yapı ise ayakta kalabilmişti. İki yüz yıl Miletoslular kendi olanakları ile onu tamamlamaya çalıştılar. İ.Ö. 70 yıllarındaki korsan yağmasının yaraları çabuk sarıldı. Ama tapınağı gören herkesin gözüne çarpacağı gibi, son rötuşlara hiçbir zaman geçilemedi. Örneğin taşların çoğu perdahlanamadı, sütunların yivleri tamamlanamadı.
Tapınağın planı çeşitli yönlerden sıra dışı, hatta benzersizdir.İon düzenindeki yapı “dekastylos dipteros” plan gösterir, yani kısa yanlarda on sütun içeren iki sütun dizisiyle çevrilmiştir. Bir ön avlu niteliğindeki pronaosta on iki sütun daha vardır. Böylece toplam sütun sayısı 120’ye ulaşmaktadır. Pronaos ile en kutsal bölüm olarak tanımlayacağımız naos arasında, içinde iki sütun bulunan bir ön oda yer alır. Pronaostan ön odaya açılan kapının 1.45 m. yüksekliğindeki eşiği, buranın bir giriş işleviyle kullanılmadığını göstermektedir. Ön oda ise başka tapınaklarda rastlamadığımız bir öğedir ve işlevi aşağıda incelenecektir. Ön odadaki üç kapıyı izleyen basamaklar 2.59 m. alçakta kalan naosa iner. Burası, yüksekliği 21.3 m.yi aşan duvarlarıyla büyük bir avluyu andırır. Naosun olağandışı uzunluğu yapının bir opisthodomostan yoksun bulunmasından kaynaklanmaktadır. Strabon, dev boyutları yüzünden, yapının hiçbir zaman bir çatı ile örtülmediğini bildirir. Pronaos un iki yanındaki eğimli birer dehliz, pronaosu naosa bağlamaktadır. Bu da bir eşine rastlanmayan bir düzenlemedir. Yunan tapınaklarında kült heykeli genellikle naosun arka duvarına yakın bir konum alır. Didyma’da ise naosun üzerinin açık olması dayısıyla Apollon heykeli için İon düzeninde bir naiskos, küçük bir tapınak yapılmıştır. bilicilik pınarı da yalnızca temelleri günümüze erişen naiskosun içindedir.Naos duvarlarının üst bölümü pilasterler ile bezenmiştir. Pilaster başlıkları arasında griffon ve Iyra motiflerinden oluşan bir friz uzanır. Frize ait bazı parçalar bugün kuzey duvarın önünde durmaktadır. Bir başka sıra dışı özellik, ön odanın iki yanında yer alan ve naos duvarlarının üzerine ulaşan merdivenlerdir. Tapınak zengin ve gösterişli bezemelere sahiptir. Bu bağlamda, pronaos sütunlarının kaidelerinde izlenen bezeme çeşitliliğine ve arkhitravı süsleyen Medusa frizine değinilebilir. Hafirler batı uçtaki yıkılmış bir sütunu, düştüğü andaki gibi kasnakları kaymış bir şekilde bırakmışlardır. Stylobat dümdüz bir yatay çizgi oluşturmamakta, eksene doğru bombe yapmaktadır. Birkaç santimetreyi aşmayan bu dışbükey kavis, basamaklar boyunca gözlerinizi kısarak baktığınızda özellikle belirgindir. Curvatura adı verilen bu uygulama Yunan tapınaklarında sıklıkla karşımıza çıkar. Amaç, uzun bir düz çizginin ortada çökmüş gibi algılanmasına yol açan optik yanılsamayı düzeltmektedir. Parthenon’da tek bir düz çizginin ortada çökmüş gibi algılanmasına yol açan optik yanılsamayı düzeltmektedir. Parthenon’da tek bir düz çizgiye rastlanmadığı söylenir.
Didyma Apollon Tapınağı, sınırları içine sığınanlara kesin koruma sağlayan, dokunulmazlık hakkına öteden beri sahip olmuştu. Marcus Antonius’un Ephesos Artemis Tapınağı’nda yaptığı gibi, Iulius Caesar da Didyma’nın dokunulmazlık alanını 2000 ayak genişletmişti. Ancak İmparator Tiberius çeşitli Yunan tapınaklarının koruma hakkına ilişkin bir soruşturma açtığında, Miletoslular, Caesar’ın yürürlüğe koyduğu uygulamayı kanıt göstermediler. Onun yerine, Brankhidai bilicilik merkezinin eski günlerinde I. Dareios’un kaleme aldığı bir mektubu dikkate sundular. Sonuç Didyma’ya iddiaları çok eskilere dayandığı için kuşkulu görülen ikinci derece tapınaklar arasında yer verilmesiydi.
Genelde Roma imparatorları Didyma’ya dostluk gösterdiler.İ.S. 100 yılında Traianus, Miletos’tan Didyma Kutsal Alanı’na gidecek, 17.7 km. uzunluğunda bir yolun masraflarını karşıladı. O güne dek Miletoslular hep deniz yoluyla Panormos’a gelmişlerdi. Traianus’un yaptığı bu bağışın ardında yatan neden, çağdaşı olan düşünür ve hatip Prusiaslı (Bursa) Dio’nun yazılarıyla açıklığa kavuşmaktadır. Dio’nun anlattığına göre Didyma bilicilik merkezi, Traianus’a henüz böyle bir durum söz konusu değilken , günün birinde imparatorluğa yükseleceğini bildirmişti. Traianus kehanet ocağında sözcülük görevini kabul etmekle, Didyma Apollonu’nu ayrıca onurlandırdı. Daha sonra Hadrianus da aynı şekilde hareket etmiştir. Kuşkusuz bu, bilici kadının kutsal pınar başında tanrısal esinlenme ile söylediği sözleri iki imparatorun dinlediği ve danışmaya gelenlere vezinli bir biçimde aktardığı anlamına gelmez. Konu, bu görev ile ilgili masrafların imparatorluk hazinesinden karşılanmasından ibarettir. İ.S. 2. yüzyılda Traianus ile başlayıp, Marcus Aurelius’a dek devam eden “iyi” imparatorların zamanında Didyma zengin bir dönem yaşamış, bilicilik merkezinin yıldızı özellikle parlamıştır. Kazılarda ele geçen kehanet metinleri çoğunlukla bu evreye aittir.